Sunday, July 29, 2007

öyle bir geçer zaman ki...


ne kadar uzun bir süre ara vermişim. ne kadar hızlı geçiyor zaman. son sevgilimden ayrılalı 6 yıl olmuş... temmuz ayı da bitiyor. bu yaz akşamüstüsünde arka penceremdeki sarı gül goncası beni aldı götürdü.

Wednesday, July 11, 2007

sıradan bir akşamüstü...


10 temmuz 19:53

YOL: motosikletimi garaja bıraktıktan sonra ağır ağır evime doğru yürümeye başladım. birkaç dakika sonra suyun altına girip vücudumdaki teri akıtmak düşüncesi bana büyük bir keyif veriyordu. buzdolabında iki şişe siyah bira vardı. duştan hemen sonra birini yuvarlarım diye geçirdim içimden. sonra votka. buzlukta yarım şişe olmalıydı. birkaç gündür kafamda esmerşeker, böğürtlen ve buz parçacıkları ile votka yapmak fikri vardı. şu sıralar manavlar paket paket böğürtlenle doluydu. kapış kapış gitmiş olmalılar ki evimin hemen yanındaki manavdan son böğürtlen paketini de ben kaptım. demek birileri esmerşeker, böğürtlen ve buz parçacıklı votka içiyor diye düşündüm...

EV: duşumu yapmış siyah biranın tekini afiyetle yuvarlamıştım. o kadar soğuktu ki tekrar terlediğimi hissettim. mutfağa gittim ve tom waits'in salondan gelen "tom traubert's blues" şarkısıyla votkamı hazırlamaya koyuldum. -waltzing matilda... you'll go waltzing matilda with me...

BALKON: yaklaşık yarım saattir tahta iskemlemde öylece oturduğumu farkettim. kocaman bardağın yarısını götürmüştüm. çakırkeyif olduğumu hissettim. binaların arka pencerelerine baktım. bu evlerin birinde bir sevgilim olsaydı diye geçirdim içimden. kendime bir pencere seçtim. yıkık dökük eski bir istanbul eviydi. en üst katı boşaltılmıştı. kaplama tahtalarından bir çoğu dökülmüş altından kırmızı tuğlalar çıkmıştı. bir kırlangıç ailesi kendilerine yuva edinmişti üst katı. bağırış çağırış uçuşuyorlar ve hızla yuvaya girip çıkıyorlardı. seçtiğim pencerenin camı dörde bölünmüştü. perdesi ise kırmızı çiçekliydi...

KANEPE: evet. sevgilim o evde olmalıydı. sonra kırmızı çiçekli perde aralanmalı, ben de başımı yukarı kaldırıp heyecanlanmalıydım. hemen votkama sarılıp büyük bir yudum almalıydım -sana. diye işaret ederek. sonra... sonra içim kıpır olmalıydı. o da bana elleri ve dudaklarıyla seni özledim demeliydi. -BEN DE SENİ ÖZLEDİM MATILDA!
diye bağırmalıydım kendimi tutamayarak. kırlangıçlar bağırış çağırış uçuşuyorlardı ve matilda beni duyamazdı.

BALKON 2: koca bardak bilmem kaçıncı kez boşalmıştı. elimdeki kalemi bırakıp son siyah birayı buzluğa attım. sonra balkona çıktım. camı dörde bölünmüş, kırmızı çiçekli perdesi olan pencerede ışık yoktu. kırlangıçların hala sesleri geliyordu yıkık dökük eski istanbul evinden. kim bilir ne aşklar yaşanmıştı bu kırmızı tuğlaların ardında... gülümseyerek içeri girip balkonun kapısını kapattım. hava sanki biraz serinledi gibi geldi dedim kendi kendime.

KANEPE 2: kanepe ikiye ne yazabilirim ki... sıradan bir akşamüstüydü işte.

ergin akış 11 temmuz 01:18

Friday, June 29, 2007

Sunday, June 24, 2007

Thursday, June 7, 2007